Gizemli Adaya Yolculuk
Hayat önüme iki seçenek sundu. Birisinde altın tepsiyle sunulmuş ganimetler vardı, diğerinde ise ruhumu doyuracak bir kapsül. Siz olsanız hangisini seçerdiniz bilmiyorum ama ben ikinciyi seçtim. Hayattan memnun olmayan insanlar, hırs peşinde koşanlar, sevmeyi unutanlar arasından hızlıca sıyrıldım ve o uçağa atladım. Kalbimin sesi yeryüzünü sarsıyordu. Yolculuğum büyük bir fırtına koparıyordu içimde. Bildiğim tek bir şey vardı o da eğer bir seçim yaptıysak asla geriye dönüp bakmamalıyız çünkü yaşayacağımız ne varsa elbet bir şekilde yaşatıyordu hayat bize. Ben o altın tepsiyi elimin tersiyle ittikten sonra, Akdeniz’i geçtim ve Adriyatik denizinin ortasında kalmış bir adaya doğru yola çıktım.
Gizemli Adaya yolculuk başlıyor
Yol, içimizde ayrı bir yol olur ve içimizden dışımıza doğru taşarmış. Ben de nehirler misali dolup taştım ve bir su olup akıntının beni götürdüğü yöne doğru aktım.
Neredeyse gece yarısı, havaalanına ulaştık. Beni havaalanından karşıladılar ve kalacağım eve doğru yola çıktık. Yol kenarından aldığım pizzayı onca zaman elimde tuttuğumu eve geldiğimizde fark ettim. Aklım sadece doğru bir karar verip vermediğimi sorguladı yol boyunca. Geride bir hayatı bırakmıştım ve tanımadığım insanlarla aynı evi ve hatta aynı hayatı paylaşacaktım. Resmen delilik gibi geliyordu bu yaptığım. İki katlı, ayakta zar zor duran bir evin önünde duruyordum. Elimde sadece bir kez ısırılmış ve adeta taş kesilmiş pizza dilimiyle.
Beni havaalanından almaya gelen kız, ”İşte evin.” dedi neşeli ses tonuyla. Kapı çok eski görünüyordu. Kız kapıyı üç denemeden sonra açtı ve içeri gelmem için bana işaret etti. Tedirgin adımlarla ilerledim, sırtımdaki 20 kiloluk çantam zaten hızlanmamı engelliyordu. İki kat çıktıktan sonra sağ taraftaki kapının önünde durduk. Esmer, bir hayli minyon kız ikinci kapının önünde epey oyalandı, anahtar bir türlü kilidin içinde dönmüyordu. Neyse, sonra kapı açıldı ve içeriden ağır bir rutubet kokusu duyuldu. Mutfaktan koridora oradan da kalacağım odaya geçtik. Küçücük bir evdi. Koridorlar odalardan daha büyük yapılmıştı. Odaya girdiğimde buz gibi bir hava yüzümü kesti. “İşte yatağın.” dedi esmer kız. Yataktan önce odanın orta yerinde duran çamurdan simsiyah olmuş halıdan gözümü alamıyordum. Pencereler simsiyahtı. Bakteriler kaplamıştı tüm duvarları. Yatağa oturdum ve oturur oturmaz yatak sallandı. Gülümsedim ve balkona çıkmak istedim. Birlikte balkona doğru yürüdük ve derin bir nefes aldık. Esmer kız sürekli bir şeyler anlatıyordu ama ben hala yaptığım seçimi irdeliyordum. Suratım hayalet gibi görünüyor olmalıydı. Saatlerdir yoldaydım, artık takatim kalmamıştı. Birer kahve içtikten sonra yatmak için izin istedim.
Uyumak için çabalıyordum, gün bir an önce bitsin istiyordum. Ancak yoldan geçen arabalar adeta deprem hissi yaratıyordu, yatağım hiç sabit durmuyordu. Tozlu battaniyeye kafamı gömdüm ve ağlamaya başladım.
Neden ağladım biliyor musunuz? Böyle bir hayata birkaç dakika bile katlanamadım. Ruhum doysun isterken, açlığın ortasında kaldım. Sonra kalbimi dinledim, ona mutluluk hikayeleri anlattım ve her gece karanlıkta şarkılar söyledim. Yalnızlığım hiç zorluk çıkarmadı sesimin kötü olmasına. İstediğim kadar bağırdım. Üstelik sokakta kimse anlamadı dilimi. Anlamasalar bile dinlediler her zaman. Anlatamadığımda sarıldılar o hiç tanımadığım insanlar. Kalbimde her geçen gün dolup taşan o huzuru hissettim.
Her gece vaktinde uyuyakalmanın iyiliğiyle, toprağa ektim içimdeki kötülüğü. Kalbimi temizledim yerden topladığım her bir çöple. Kibrimi gömdüm o dağların eteklerine. Derin bir nefes aldım. Her gün şükretmek için yeni bir neden aradım…
Yazara ait diğer blog’lara göz atmak ister misiniz?
https://volunteerfor.blogspot.com/
https://dokuzuncuplanet.blogspot.com/